|
||
ODATV'den Nurzamn Amuran'a verdiğim mülakat | ||
Onur ÖYMEN | ||
ODATV’den Nurzan Amuran’a dış politikadaki son genlişmelerle ilgili olarak verdiğim ve bugün “Biden’ın Türkiye’ye mesafeli duruşunun altındaki neden” başlığı altında yayınlanan mülakatın metnini aşağıda sunuyorum.
Saygılar, sevgiler
Onur Öymen
Nurzen Amuran: Danıştay Dava Daireler Kurulu’nun Ulusal Andın okutulmamasına ilişkin kararı, haklı olarak kamuoyunda tartışmalara yol açtı. Her ülkenin ulus olma bilincini besleyen destekleyen ulusal değerleri vardır. Bu değerlerle aidiyetini hisseder. Hepimizin çocukluğumuzda okullarda heyecanla söylediğimiz bu and, ne militarist bir söylemdir ne de ayrıştırıcı bir özelliğe sahiptir. Aksine insanları birbirine bağlayan bütünleştirici bir özellik taşır. Bugün konuğumuz Emekli Büyükelçi Sayın Onur Öymen. Sayın Öymen’le dış politikamız üzerine bir ufuk turu yapacağız. Ancak ulusal heyecanlarda kendisinin ne denli duyarlı olduğunu bildiğimiz için gündeme oturan iki tartışmalı konuyu da kendisiyle paylaşacağız. Sayın Öymen, siz, Danıştay’ın Ulusal Andla ilgili kararını nasıl yorumladınız ve bu kararın düzeltilmesi için önümüzde duran hukuki ve siyasi seçenekler nelerdir?
Onur Öymen: Danıştay Dava Daireleri Kurulu’nun Ulusal Andın okutulmasını yasaklayan kararı şaşırtıcı olmuş ve toplumda tepkiyle karşılanmıştır. Türk çocuklarının milli duygularını ve ulusa bağlılığını, vatanımıza karşı sorumluluk hissini pekiştiren ve okullarımızda çok uzun yıllardan beri heyecanla söylenen Ulusal Andın yasaklanması kararının gerekçesini anlamak mümkün değildir. Din, dil, mezhep farkı gözetmeksizin bütün milletimizi kucaklayan Türk milliyetçiliği kavramı anayasamızın değiştirilmesi teklif dahi edilemeyecek maddeleri içinde yer almaktadır. “Türklük benim en derin güven kaynağım, en derin güvenç dayanağımdır” diyen Büyük Atatürk’ün Cumhuriyetin 10'ncu yılı vesilesiyle verdiği nutku bitirirken söylediği “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” sözleri, bütün Türklerin zihninde ve gönlünde derin izler bırakmıştır.
Bir çok yabancı ülkede de çeşitli vesilelerle söylenen, o devlete, anayasaya, ülkenin üstün değerlerine bağlılık duygularını yansıtan antlar veya taaddütler vardır. Örneğin Amerikan vatandaşlığını kabul etmek isteyenlerin kabul etmek zorunda oldukları ant da şu ifadeler yer almaktadır:
“Burada, önünüzde, şimdiye kadar tabiiyetinde bulunduğum her türlü devlet tabiiyeti ve egemenliğini reddettiğime; bundan böyle ABD Anayasası'nı ve yasalarını iç ve dış düşmanlara karşı savunacağıma; ABD'ye bağlılık ve sadakat göstereceğime; ... Bu yükümlülükleri özgür bir şekilde, samimi olarak üstleneceğime yemin ederim.”
Bence Danıştay’ın aldığı kararın düzeltilmesi için bütün yargı yollarına başvurulmalıdır. Bu da sonuç vermezse, konu Meclise getirilmeli ve yasal bir düzenlemeyle sorunun çözülmesine çalışılmalıdır.
Amuran: Dışişleri Bakanlığında, görev yaptığınız süre içinde gittiğiniz ülkelerde o ülkelerin ulusal değerlere olan bağlılıklarını ve duydukları saygıyı gördünüz gözlemlediniz. Birkaç örnek verir misiniz?
Öymen: Görev yaptığım ya da ziyaret ettiğim ülkelerde ulusal birliği ve değerliği yücelten pek çok örnek gördüm. Örneğin 1789 ihtilalinden sonra milliyetçilik fikirlerinin bütün dünyaya yayılmasına vesile olan Fransa, bugün de Fransız halkını her vesileyle yüceltmektedir. Ünlü Fransız şairi Sully Prudhomme, bir şiirinde: “Artık benim bütün aşkım yalnızca kendi vatanımadır” diyor. Fransa Yüksek Mahkemesi, 1991 yılında “Korsika halkından” söz eden bir yasayı iptal ederken aldığı kararda, “Fransa’da bir tek halk vardır, o da Fransız halkıdır” demiştir.
Danimarka’da birçok evin bahçesinde sürekli olarak Danimarka bayrağı dalgalanır.
Alman vatandaşlık yasası, nadir istisnaların dışında çifte vatandaşlığı reddeder. Yani Alman vatandaşı olmak isteyenler daha önceki vatandaşlıklarını terk etmek zorundadır.
Amuran: Yine geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanlığı Kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesinden çekilme kararı alındı. Bunun hukuksal yönü tartışılıyor. Bir de dış dünyadaki yansıması var. Sonuçları ne olur?
Öymen: Türkiye, Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ile ilgili Avrupa Konseyi Sözleşmesini, imzaya açıldığı 11 Mayıs 2011 tarihinde imzalamış, 14 Mart 2012 tarihinde, her hangi bir maddesine çekince koymadan onaylamıştır.. Şimdiye kadar hiçbir ülke bu sözleşmeden çekilmemiştir.
Türkiye’nin Sözleşmeden çekilmesinin haklı nedenlere dayandığını dünyaya anlatmak kolay olmayacaktır. Özellikle Türkiye’nin insan hakları alanında uluslararası alanda sık sık eleştiriye uğradığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından birçok davada haksız bulunduğu, Avrupa Konseyi tarafından yeniden gözetim altında bulundurulmasına karar verilmiş olması, ülkemizi, insan hakları alanında sürekli olarak eleştirilen bir ülke haline getirmiştir. Türkiye’nin sözleşmeden çekilme kararı alması Batı dünyasında hükümetlerin, basının ve kamuoyunun tepkisine yol açmıştır. Birleşmiş Milletler, Avrupa Konseyi, Avrupa Parlamentosu gibi uluslararası örgütler ile Avrupa Sendikalar Konfederasyonu, Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşlar ve ABD, Almanya, İspanya, Fransa, Norveç, Danimarka, Finlandiya, İzlanda gibi çok sayıda devlet, Türkiye’nin bu kararını eleştirmişler ve kaygı verici bulmuşlardır. Bu durumun Türkiye’nin uluslararası ilişkileri üzerinde olumsuz etkiler yapması kaçınılmazdır. Ancak dış eleştirilerden daha önemlisi başta kadın dernekleri ve kuruluşları olmak üzere Türk halkının bu sözleşmenin geri alınmasına gösterdiği tepkidir. Sözleşmeden çekilme kararının geri alınması kadınlarımıza karşı borçlu olduğumuz saygının bir gereği olacaktır.
Amuran: Bugün sizinle Türk dış politikasının son dönemlerdeki eksen değiştiren bazı kararları üzerinde konuşmak istiyoruz. Ancak önce dünya dengesinin konumunu etkileyen iki süper güç arasındaki son diyalog çatışmasını ele alalım. Biden’ın tanımı ve Putin’in yanıtı. Diplomaside görülmeyen bir üslup. Dünya nereye evriliyor?
Öymen: Uluslararası ilişkilerde son zamanlarda bir üslup sertleşmesi görüldüğü doğrudur. Trump’ın Türkiye dahil, bazı ülkelerin liderlerine karşı yakışıksız sözler söylediğini gördük. Biden’ın Putin’e yönelik olarak kullandığı söz de barış zamanında örneğini pek hatırlamadığımız bir üslubun eseridir. Öyle anlaşılıyor ki, soğuk savaş'ın yerini soğuk barış almıştır ve hızla yeniden Soğuk Savaş iklimine dönülmektedir. Bunun nedenleri arasında Amerika, Çin ve Rusya gibi devletler arasında ekonomi, ticaret, savunma, bilim ve kültür gibi alanlarda yaşanan ve ulusal çıkarların çatışmasından kaynaklanan büyük rekabet bulunmaktadır. Dünyada bugün yaşanan gelişmeler İngiliz Başbakanlarından Lord Palmerston’un 1848’de Avam Kamarasında yaptığı bir konuşmada söylediği “İngiltere’nin ebedi dostları ve düşmanları yoktur, değişmez menfaatleri vardır” sözlerini hatırlatmaktadır.
Amuran: NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg geçenlerde düzenlenen Avrupa Parlamentosu'nun Güvenlik ve Savunma Alt Komitesi'nin toplantısında, Türkiye ile NATO arasında Doğu Akdeniz, S-400’ler ve Demokratik haklar konusunda görüş ayrılıkları olduğunu söyledi. Ancak daha önceleri “S-400'lerin Türkiye'nin kendi iç meselesi olduğunu birçok kez vurgulamış ve ABD'nin Türkiye'ye karşı uyguladığı ABD'nin Hasımlarıyla Yaptırımlar Yoluyla Mücadele Etme Yasası'ndan ötürü üzgün” olduğunu belirtmişti. Sizce bu kısa süre içinde ne değişti, NATO neden fikir değiştirdi?
Öymen: Stoltenberg’in “Türkiye ile NATO arasında...” sözleri yadırgatıcıdır. Zira Türkiye NATO’nun üyesidir ve NATO’da oy birliği kuralı geçerli olduğu için, bir yanda NATO, bir yanda Türkiye görüntüsünü vermek doğru değildir. Geçmişte de NATO üyesi ülkeler arasında çeşitli konularda görüş ayrılıkları olmuş ve bunların karşılıklı müzakereler yoluyla çözülmesine çalışılmıştır. Medya baskısıyla bir üye ülkenin kararlarını etkilemeye çalışmak, uygun bir yöntem değildir. NATO üyelerinin birbirlerine yaptırım uygulamaları da sık rastlanan bir durum değildir. Stoltenberg’in tutum veya söylem değiştirmesi, Amerika’daki iktidar değişikliğinden kaynaklanmış olabilir. Ancak bir üye ülkeye eleştirici üslup kullanılması tarafsızlıkla yürütmesi gereken göreve zarar verir. Özellikle S-400’ler meselesi NATO’da bütün yönleriyle tartışılmalı, bu noktaya nasıl gelindiği araştırılmalıdır. Herhalde Türkiye’nin yüksek irtifa füze savunma sistemlerinden ve F-35 uçaklarından mahrum bırakılması, NATO’nun ortak güvenlik çıkarlarına da hizmet etmeyecektir.
Amuran: Trump - Erdoğan arasındaki kişisel bazda yürütülen ABD-Türkiye ilişkileri sona erdi. Ancak Biden’ın mesafeli duruşu, seçim sürecinde bizimle ilgili eleştirel yorumları neye işaret ediyor? ABD-Türkiye ilişkilerinde ulusal çıkarların örtüşmediği önemli konular var. PYD-PKK desteği en başta geliyor. Doğu Akdeniz’deki çıkarlarımız da göz ardı ediliyor. İki ülke arasında var olan sorunların derinleşmesi olasılığı var mı, geleceği nasıl görüyorsunuz?
Öymen: Biden’ın, Trump’tan farklı olarak sorunları liderler düzeyindeki görüşmelerle değil, daha çok kurumsal temaslara öncelik vererek çözmek istediği anlaşılıyor. Bu durumda Türkiye’yle Amerika arasındaki meselelerin diplomatlar ve uzmanlar arasında masaya yatırılması ve ortak çıkarlara hizmet edecek çözümlere ulaşma imkanının olup olmadığının araştırılması gerekiyor. Biden’in Türkiye’ye mesafeli duruşu da baskı uygulayarak sonuç alma yaklaşımının yöntemlerinden biridir. Bugünkü koşullarda Türkiye’nin daha da ağır yaptırımlarla karşılaşabileceği yolundaki tehdit edici sözler, sorunların çözümünü kolaylaştırmaz, daha da zorlaştırabilir. Türkiye Cumhuriyeti, kuruluşundan sonra dış baskılara boyun eğerek sorunların yabancı ülkelerin çıkarları doğrultusunda çözülmesini reddetmiş ve haklı davalarını cesaretle savunmuştur. Bu sayede Türk diplomasisi bir çok anlaşmazlığı ülkemizin çıkarlarına uygun biçimde çözebilmiştir. Bugün de Türkiye, bu geleneği sürdürmeli ve tek taraflı tavizler vermemizi isteyenlerin baskılarına direnmelidir. Bunu yapabilmek için, kuşkusuz, dosyalarımızın sağlam olması, güçlü delillere dayanması ve temsilcilerimizin tezlerimizi cesaret ve kararlılıkla savunması gerekmektedir. Diplomaside kötümserliğe yer yoktur. Bazı ihtilafların kısa sürede çözümlenememiş olması, yılgınlığa yol açmamalıdır. Uluslararası ilişkilerde, evvelce çözülemeyen pek çok sorun, zaman içinde koşulların değişmesiyle çözüme kavuşturulabilmiştir.
Amuran: Son dönemlerde uygulanan yanlış politikalarımızdan dönme eğilimleri seziliyor. Sözgelimi Türkiye ile Mısır arasında yaklaşık 8 yıldır fiilen kopuk olan ilişkilerin normalleştirilmesi için, “geç kalınmış ama olumlu bir adım” yorumu yapılıyor. 2021 yılının ilk ayında Katar, Müslüman Kardeşleri desteklemekten vazgeçince kendisine uygulanan ABD destekli Suudi-BAE-Mısır ambargosu kalkmıştı. İhvanı destekleyen AKP hükümeti yalnız kaldı. Bu sonucun etkisi var mı? Mısır’la ilişkiler kolayca onarılabilir mi, hangi koşullarda?
Öymen: Uluslararası alandaki meselelerin ele alınmasında her devletin, ulusal çıkarları açısından duyarlı olduğu konularda dikkatli davranmak gerekmektedir. Türkiye terörle mücadele, Doğu Akdeniz’deki petrol ve doğal gaz yatakları üzerindeki hakları gibi konularda nasıl titizlik gösteriyorsa, Mısır da Müslüman Kardeşler konusuna kendi siyasi ve güvenlik çıkarları açısından özel bir önem vermektedir. Bence İlişkilerin normalleştirilmesi ve geliştirilmesi için öncelikle ortak çıkarların ön plana çıkartılması ve duyarlılık yaratacak konuların basın üzerinden tartışılarak çözülmeye çalışılması yoluna gitmekten kaçınılması, önem taşımaktadır.
Amuran: Mısır basınının iddialarına göre, ilişkilerin gelişmesi için bazı ön koşullar öneriliyormuş. Sözgelimi İhvanla oluşturulacak mesafe ve İhvana karşı önlemler. Mısır’ın taleplerinden bir diğeri, Libya ile olan ilişkimiz olduğu öne sürülüyor. Türkiye’nin siyasi, askeri ve güvenlik açısından Libya’yı bırakması terk etmesi isteniliyor. Şu süreçte bu mümkün mü?
Öymen: Uzunca bir süre durgunluk, hatta soğukluk döneminden geçmiş ilişkilerin normalleştirilmesine çalışılırken masaya oturmak için ön koşul ileri sürmek doğru değildir. Kahire’de yayınlanan El Vatan gazetesinde Mısır’ın ön koşulları olarak yayınlanan hususlar umarım ki, doğru değildir. Zira bu koşullar ilişkileri düzeltmek şöyle dursun büsbütün zora sokacak niteliktedir.
Amuran: Bölgesel barış ve istikrar için yeni bir sayfa açmaya hazırlanan Türkiye’nin Suriye ile doğrudan ilişki kurma zamanı gelmedi mi?
Öymen: Suriye’yle ilişkilerimizde de bence bir beyaz sayfa açmanın zamanıdır. Orada da, gerekiyorsa ilk aşamada sessiz diplomasi yöntemiyle ortak bir müzakere zemini araştırılabilir. Suriye’nin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne kavuşturulması hem uluslararası hukuk gereğidir hem de sorunların çözümü için temel bir koşuldur. Ama aynı şekilde Suriye’nin de Türkiye’nin bağımsızlığına, egemenliğine ve toprak bütünlüğüne saygılı olduğunu açıklaması gerekmektedir. Suriye topraklarındaki bütün terör örgütlerinin bertaraf edilmesi, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 28 Eylül 2001 tarihli ve 1373 sayılı kararı ve Türkiye ile Suriye arasındaki 20 Ekim 1998 tarihli Adana mutabakatına göre Suriye’nin görevidir. Türkiye ile Suriye arasında bu alanda yapılacak işbirliği bunlara uygun olarak gerçekleştirilmelidir.
Amuran: NATO üyesi olan Türkiye ile Yunanistan arasında çözüm bekleyen pek çok sorun var; Her iki ülke arasında kıta sahanlığı, deniz yetki alanları, Akdeniz'deki hava sahası, enerji, Kıbrıs ve Ege'deki bazı adaların statüsü gibi pek çok konuda anlaşmazlık yaşanıyor. Taraflar arasındaki önemli uyuşmazlıklardan biri Kıbrıs sorunu ise, diğeri de Ege Denizi’nin hukuki statüsüdür. Yunanistan’ın Ege adalarını silahlandırması uluslararası antlaşmalara aykırı. Ege’de statüsü belli olmayan adacıklar olduğunu iddia ederek bunları kendi ülkesine katmak istemesi karşısında güçlü bir tepki gösteriyor muyuz?
Öymen: Yunanistan’la yaşadığımız sorunların özünde Yunanistan’ın, Lozan Antlaşmasıyla üstlendiği yükümlülüklere uymaması ve fiili durum yaratarak Ege’deki hak ve menfaatlerini genişletmeye çalışması yatmaktadır. Yunanistan, haksız olduğu konularda bile bazı büyük devletlerin desteğinden yararlanarak Türkiye’nin baskı altına alınıp taviz vermeye zorlanması politikası gütmektedir. Amerika’ya Dedeağaç’ta ve bazı başka yerlerde üs kolaylıkları sağlaması, İsrail ve Kıbrıs Rum Yönetimi’yle, Türkiye’ye hedef alarak stratejik işbirliğine yönelmesi, Amerika, Fransa, İngiltere, Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerle ortak tatbikatlar düzenlemesi Türkiye’ye karşı hasmane bir tutum oluşturmaktadır. Yunanistan’ın Lozan antlaşmasıyla silahsızlandırılan adaları silahlandırmasına, kara sularından daha geniş hava sahasına sahip olduğunu iddia etmesine, Lozan Antlaşmasının 16. maddesini göz ardı ederek hiçbir antlaşmayla kendisine verilmemiş adacık ve kayalıkları fiili durum yaratarak sahiplenmeye çalışmasına sessiz kalınmamalıdır. Yunanistan’ın bir yıl içinde savunma bütçesini beş misline çıkartmış olması dikkat çekicidir. Türkiye’yi dışlayarak Mısır’la ve diğer bazı bölge ülkeleriyle birlikte bir Doğal Gaz Platformu düzenlenmesine, Doğu Akdeniz’deki deniz sahalarında Türkiye’nin çıkarlarına zarar verecek girişimler yapmasına kayıtsız kalamayız. Yunanistan kademeli olarak karasularını genişletmeye çalışmakta ve böylece Ege’yi bir Yunan gölü haline getirme hedefi gütmektedir. Bu da Türkiye’nin Ege’deki çıkarlarını tehdit edici bir yaklaşımdır. Amerika’nın Kıbrıs’ta 1987 yılında hem Türklere hem de Rumlara karşı uyguladığı askeri ambargolardan sadece Rum kesimine yönelik olanı kaldırması ayrıca Rumlarla bir askeri eğitim anlaşması imzalaması Kıbrıs sorunun çözümü için bazı tehlikeli senaryoların hazırlandığı izlenimi vermektedir. Amerika’nın Kıbrıs müzakerelerinin bundan sonraki aşamasında aktif rol oynayacağını açıklaması da dikkate almamız gereken yeni bir durum yaratmaktadır. Türkiye’nin geçmişte yaşanan sıkıntıları da göz önünde bulundurarak son zamanlarda benimsediği iki devlet formülünden vaz geçmeden kararlı bir politika izlemesi ve bize tek taraflı tavizler verdirmeyi amaçlayan baskılara karşı direnecek cesareti göstermesi gerekmektedir.
Amuran: Geçen hafta açıklanan bir haber önemliydi. Önümüzdeki günlerde, Yunanistan Dışişleri Bakanı Ankara’ya gelecek. Son dönemlerde yaşanan krizlerin giderilmesinde önemli bir adım olabilir mi?
Öymen: Türkiye ile Yunanistan arasında Dışişleri Bakanları düzeydeki diplomatik temaslar bütün bu sorunların masaya yatırılıp görüşülmesi için bir fırsat yaratır. Ancak Yunanistan, son yıllarda bu sorunların çözümü yolunda bir siyasi iradeye sahip olduğu izlenimi vermemiştir. Türkiye bütün ihtilaflı konulardaki tutumunu açık ve kararlı biçimde dile getirmeli ve sadece görüşmüş olmak için görüşmeyi yeterli bulmadığını ortaya koymalıdır.
Amuran: Son yıllarda Doğu Akdeniz’deki doğalgaz aramalarındaki uyuşmazlık sadece Yunanistan ve Türkiye’yi ilgilendirmiyor. İsrail, Suriye, Mısır, Libya, Kıbrıs, İtalya ve süper devletleri de ilgilendiriyor. Türkiye’yi yok sayan bir paylaşım olamayacağına göre Türkiye de, Orta Doğu ve Akdeniz’de oluşan yeni dengelerde yerini nasıl alabilir?
Öymen: Doğu Akdeniz’de bulunan doğalgaz yatakları üzerinde, Amerikan, Fransız ve İtalyan şirketleri aracılığıyla büyük devletlerin uzun vadeli menfaatleri vardır. Türkiye’nin kendine ait olduğunu haklı olarak savunduğu bazı doğal gaz kaynakları üzerinde söz sahibi olmak istemesi, bu devletlerin politikalarını olumsuz yönde etkilemektedir. Türkiye ile o devletlerin bölgedeki stratejik çıkarlarının örtüşmemesinin önemli nedenlerinden biri de budur. Türkiye bölgedeki petrol ve doğal gaz haklarını koruyarak kendisiyle işbirliği yapmayı arzu eden devletlerle ilişkilerini yoğunlaştırmalı, bölgedeki ağırlığını htirmeli ve ülkemizi kuşatma altına almaya çalışanların baskılarına boyun eğmemelidir.
Amuran: Geçtiğimiz günlerde yayınlanan İnsan Hakları Eylem Planı ve Ekonomik Reform Paketi Avrupa Birliği’ne bir mesaj olarak yorumlandı. Ancak eylemler söylemler paralel gitmediği için inandırıcı olmadı. AİHM’nin aldığı kararların uygulanmaması, HDP’nin kapatılması için harekete geçilmesi, attıkları Tweetler nedeniyle alınan mahkumiyet kararları ve eleştirilerin ceza görmesi, AB’yi tedirgin eden olumsuz gelişmeler. O zaman neden bu çelişkiye düşülüyor. Bu olanları sadece Cumhurbaşkanlığı sisteminin yol açtığı aksaklıklar olarak mı görmeliyiz?
Öymen: İnsan Hakları artık ülkelerin iç meselesi olarak görülmemektedir. Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından 10 Aralık 1948 tarihinde kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi Türkiye tarafından da 6 Nisan 1949 tarihinde onaylanmıştır.
Bu beyanname bütün üye ülkelerin uyması gereken ilkeleri içermektedir. Ayrıca Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan ve Türkiye’nin 1954 yılından beri taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi insan hakları ve özgürlükler konularında uyulması gerekli kuralları belirlemiştir. Diğer ülkeler gibi Türkiye de bu sözleşme çerçevesinde, vatandaşlarının Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine başvuru hakkını ve Mahkemenin zorunlu yargısını kabul etmiştir. Mahkeme kararlarına uymayan ülkeler Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından yaptırımlara maruz kalabilirler.
Anayasamızın 90. Maddesinde “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır,” denilmektedir.
İnsan haklarıyla ilgili olarak uluslararası alanda çalışan bazı sivil toplum örgütlerinin de dünya kamuoyu üzerinde büyük etkisi olduğu unutulmamalıdır.
Aslında sadece bu kurallar ve denetim mekanizmaları olduğu için değil, her şeyden önce Türk halkının beklentileri o yönde olduğu için, Türkiye’nin köklü bir demokrasi ve insan hakları reformu yapması ve uygulamada da en çağdaş ülkelerin gerisinde kalmamaya özen göstermesi gerekmektedir.
Amuran: Deneyimli bir Büyükelçi olarak değişim izlenimi yaratan dış politikamızda önceliklerimiz neler olmalı bu süreçte?
Öymen: Dış politikanın temel hedefi daima ulusal çıkarların korunmasını her şeyden üstün tutmaktır. Büyük Atatürk, bu nedenle tam bağımsızlık hedefine büyük önem vermişti. Bir yandan dış politikamızda Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” söylemini içtenlikle benimseyerek barışçı bir politika izlememiz, bir yandan da ülkemizin, başta güvenlik olmak üzere, her alandaki çıkarlarını savunmamız gerekmektedir. Türkiye’nin, yalnızlığa sürüklenmesine fırsat vermeyen, dostlarımızı çoğaltan bir politika izlemesi, yabancı ülkelerin ve Avrupa Birliği gibi kuruluşların bize yönelik taahhütlerini yerine getirmelerini sağlayacak adımlar atması gerekmektedir. Bütün bu konularda başarılı olabilmek için ulusal çıkarlarımızı ilgilendiren konuları iç politika malzemesi yapmaktan kaçınmak, ülke içinde tam bir birlik havası yaratmak gücümüzü arttıracaktır.
Amuran: Sizinle dış politikamız da bir ufuk turu yaptık.Çok teşekkürler.
Öymen: Ben teşekkür ederim.
|
||
Etiketler: ODATV'den, Nurzamn, Amuran'a, verdiğim, mülakat, |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.